Biraz evvel geldim. Önce çevreme bir göz attım, sonra tam ortadaki genleşme noktasında durup derin soluklar alıp vererek genleşmeye baaşladım. Bütün bedenim, bulunduğum bu uzamın (atölyemin) en ince boşluklarını dolduruncaya kadar. Ancak böyle bir genleşmeden sonra çalışabiliyorum. Son işlere şöyle bir göz attım. Henüz kurumamışlar. Bazılarında tekrar edilmiş biçimler, yoğunlukları eşdeğer alanlar gördüm. Elimde olmadan kendimi tekrar ediyorum galiba.
Yeni gerdiğim tuallerden birini astarladım. Sonra karşısına geçip bakir beyazlığını seyrettim bir süre. Küçük iskemleme oturdum. Başım avuçlarımda, yerdeki eski halıya bakıyorum. Sonra birden boş tuale çeviriyorum gözlerimi. Halının renklerinin ak tualin üzerinde oynaşan negatiflerine bakıyorum. Görüntülerin canlılıkları yok oluncaya kadar renklerin değişimini, biçimlerin birbirleri içinde eriyişlerini seyrediyorum.
Boş tuale iyice yaklaştım. Şimdi ona çok yakından bakıyorum. Bakarken de parmak uçlarımla yokluyorum onu. Bezin üstündeki irili ufaklı pürtüklerin parmak uçlarımda uyandırdığı duygu, henüz yaşanmamış bir zamanın, bir uzamın belli belirsiz görüntülerine dönüşüyor beynimde. Avuçlarımı yaslıyorum tuale. Bastırıyorum. Gerginliğini sınıyorum onun. Sonra okşuyorum. Avuçlarıma değen pürüzler derimde ince acılar, bedenimde cinsel dürtüler, beynimde rengarenk fanteziler oluşturuyorlar.
Tualden üç adım uzakta durdum. Gözlerimi kırpmadan onun beyaz derinliğine bakıyorum. Oradan buradan yansıyan ışıklar tualin gizli aklığında olağanüstü derinlikler oluşturuyorlar. Başımı oynattığımda ya da duruşumu değiştirdiğimde yeni oyunlar oynanıyor boş tualin üstünde.
Tualin boş beyazlığına bakıyorum. Saat kaç, hangi gün, aylardan, mevsimlerden hangisi umurumda değil. Susamıyorum, acıkmıyorum. Fiziksel varlığımın baskısı düşüncelerime hain bir gölge gibi düşüyor. Şimdi şu an gövdemden, bir giysiden kurtulmak ister gibi sıyrılmak, onun salınımlarımı kısıtlayan ağırlığından kaçmak istiyorum.
Karşı koymalıyım artık toplumsal uzlaşmanın uşağı, törelerin ve ahlakın bekçi köpeği olan üstbenimin baskılarına. Öz varlığıma, su katılmamış benliğime kavuşmalıyım. Kurtulmalıyım bu soylu renklerin hegemonyasından. Vazgeçmeliyim ışığın kışkırtıcı parıltılarından. Sakınmalıyım gölgelerin mağrur suskunluğundan. Yaşanmamış acılarla kavrulmuş, bilinmedik güneşlerin soldurduğu, horlanmış, ayaklar altında çiğnenmiş renkler bulmalıyım. Yorgun kırmızılar, tartaklanmış sarılar, umutsuz maviler, zehirli yeşiller olmalı bunlar. Bütün çiçekleri, bütün kuşları, bütün kadınları silmeliyim aklımdan. Unutmalıyım tüm kuralları. Binlerce yıldır seslerini işittiğim, beynimin derinliklerinde yaşayan böcekleri, kurtları, yalnızlığımının karanlıklarında gizlenmiş telaşlı korkularımı, doymamış hırslarımı, evrenin sınırlarını düşlediğimde tersine dönmüş zaman içerisinde koşuşturan çaresiz insanların çığlıklarını kazımalıyım yeryüzüne. Peki neden duruyorum? Korkuyor muyum yoksa?
Tekrar genleşme noktasına geldim. Derin derin soluyorum. Bütün organlarım önem sırasına göre genleşiyorlar. Genleşen gözbebeklerimden içeri akan boş ve süt beyazı tuvalin tam ortasında oluşan kara lekede, çocukluğumu görüyorum.