2007 Güncesi 2 Eylül Sayfalarından Alıntı

Sanat insanın varlık nedeninin büyük parantezidir; her bireyin yaşam eylemi içinde zorunlu yer alır – onsuz bir yaşam düşünülemez. Sanat bilincin, bilinç de sanatın varlık nedenidirler. Her birey hem aktif hem de pasif bir sanatçıdır. İnsanın tüm yaşam edimlerinde, kötülük de dahil, sanatsal bir kaygı vardır. Kısaca sanatın varlık katmanı insan yaşamının hem bireysel hem toplumsal olarak ta kendisidir. Sanat ve sanatçı kavramları tüketim toplumunun kurguladığı yapay kavramlardır. Her birey sanatçıdır: Yemek pişirmek, seks yapmak, ıslık çalmak şeklinde de tecelli eder. Sanat dürtüsünü üst düzeyde yaşayan bireylerin aktif olanları bu dürtüyü üretime, pasif olanları ise iflah olmaz bir tüketime yönlendirirler. Sanat yapıtı diye tanımlanan şeylerin meta değerinin olmaması gerekir. Onların alınıp satılması sanatın tabiatına aykırıdır. Onlar bütün insanlığın malıdır. Sanat yapıtı diye tanımlama yapanlar, onu kategorize edenler, bu ondan daha değerli diye sıraya sokanlar, yargılayanlar büyük bir yanılgı içindedirler. Sanat yapıtı vasfını kazanmış nesneler bu iyidir bu kötüdür diye sınıflandırılamaz. (Aslında burada çelişkiye düştüğümün farkındayım. Çünkü sanat yapıtı vasfını kazanmak bir seçimi zorunlu olarak gerektirmektedir. Belki de beni tedirgin eden bu seçimi yapan birey ya da kurumlara atfedilen dokunulmazlıktır.) İnsanlara hangisinin sanat hangisinin sanat olmadığı dayatılamaz. Sanat bir kendini ifade etme eylemidir. İyisi kötüsü olmamak gerekir çünkü o kendi içinde iyiyi de kötüyü de barındırabilir. Bir ayrım yapılsa bile bu belli bir tarihsel sürecin değerler parametresine göre yapılır ki tutarlı bir ayrım olamaz. Zaten bu iyidir bu kötüdür ayrımı hem çok subjektif hem de çok rölatiftir. Kapitalist toplumda pazar ekonomisine sokulan sanat ve sanatçı artık başka şeylerdir. Pazar ekonomisinin çıkar çarkları arasında çırpınan sanatçının ürünleri artık alınıp satılan, değeri yapay olarak konulmuş, daha doğrusu ona belli bir grup tarafından atfedilen değere göre işlem gören birer meta haline gelmiştir. Ontolojik olarak gerçekten üretenden bağımsız bir varlık tabakası varsa –ki vardır- bu tabakanın içeriğine meta gözüyle bakmamak gerekir. Onlar soluduğumuz hava, içtiğimiz su gibidirler. Onlar insanın varlık nedenidirler. Sanat ürünü denen varlığın insanla olan ilişkisi değişkendir. Estetik süreç dediğimiz kavramsız etkilenme her bireyde farklı olduğu gibi her bireyin değişik zamanlarda ve bulunduğu mekanın koşullarına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Estetik sürecin ilgiden tamamen bağımsız olduğu yargısına katılmakla beraber şayet Kant darılmazsa bu süreci tırnaklarımızı keserken, kravatımızı bağlarken, saçımızı tararken de yaşadığımız kanısındayım. Yani demek istediğim şu: sanat bilincin ta kendisidir. Fazla mı uçtum acaba ?..